Ülkemizin çok yönlü gündeminin ilk sıralarına yine Ayasofya oturdu. Corona, ekonomi, iç ve dış politikadaki gelişmeler yanında Ayasofya konusu da yerini aldı. Aslında bu konu 29 Mayıs 1453 tarihinden bu yana gündemimizden hiç düşmedi. Hıristiyan dünyasının sürekli olarak taze ve canlı tuttuğu bu konu zaman, zaman devletimizin dış politik gündeminin ilk sıralarında; zaman, zaman da dondurulmuş bir şekilde gündemde ki yerini korumuştur.
Ayasofya Doğu Hıristiyan âleminin(Ortodoks Hıristiyanlığı) bir numaralı ibadethanesi olarak 532 tarihinde yapımına başlanmış ve 27 Aralık 537 tarihinde ibadete açılmış ve Bizans İmparatoru Justinionus tarafından yaptırılmıştır. Bu yapı Bizans’ın Hıristiyanlığa geçiş sembolü, Osmanlının fetih simgesi, cumhuriyetimizin de müzeye dönüştürdüğü ve Mimar Sinan’ın takviyeleriyle ayakta kalmayı başarmış 1783 yıllık bir yapıdır.
Ayasofya Fatih’in İstanbul’u fethinden hemen üç gün sonra 1 Haziran 1453 Cuma günü ilk Cuma namazını kılınmasından sonra cami olarak kullanılmaya başlanmış, 1934 yılına kadar bu statüsünü sürdürmüştür. 1934 tarihinden bu güne kadar da müze olarak ziyarete açık tutulmaktadır. Bu tarihi yapı 1453 tarihinden beri Batı Hıristiyan âlemiyle Osmanlı arasında, 1934 tarihinden bu yana da iç politikada gündem olmaktan hiç düşmemiştir. Günümüzde de yeniden camiye tahvil edilmesi fikri tartışılmaya başlandığında hem Amerika, hem Avrupa Birliği konuyu Türkiye’nin hükümranlığını göz ardı eden tutumlarıyla gündemde tutmaya çalışmaktadırlar. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere ilgi devlet adamlarımız ve siyasilerimiz konu ile ilgili düşüncelerini kamuoyu ile paylaşırken Amerika ve Avrupa Birliği yetkililerine de hak ettikleri sertlikte cevaplarını vermişlerdir.
Konu elbette en kısa zamanda Danıştayın vereceği kararla sonuca bağlanacak, ancak gelecekte de bir şekilde gündemdeki yerini koruyacaktır. Ben bu yazımda 1453 yılından bu yana Batı Hıristiyan âlemiyle Osmanlı arasında konunun gündeme gelmesini ve meselenin tarihi derinliklerine ışık tutacak bir yönünü ele almak istiyorum.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesinden sonra artık Türklerle mücadele gücünü kaybeden Katolik Hıristiyan âlemi Osmanlı ile değişik bir yolla münasebet kurmaya başlamış ve Papa kanalıyla Fatih’e ulaşmaya çalışmışlardır. Papa yazdığı mektuplarla bir yandan Fatih’i övüyor, bir yandan da Bizans’ın meşru varisi olması için Hıristiyan olmasını teklif ediyordu. İşte bu mektuplardan birincisi ve en önemlisi Papa II. Pius’un 1461 de yazdığı uzun mektuptan bazı pasajları sizlerle paylaşmak istiyorum. Böylece Hıristiyan âleminin konuyu ele alış biçimiyle günümüze uzanan ve de bizimle birlikte var olmaya devam edecek gibi görünen meselenin tarihi köklerine vakıf olacağız.
Papa mektubuna başlarken mektubu yazmaya neden gerek duyduğunu açıklamış ve şöyle demiştir “Siz Fatih’in Tanrı yolunda kurtuluşunuz, şan ve şerefe erişmeniz, milletler arası barış ve rahatlık amacıyla yazmaktayız. Lütfen bir karara varmadan önce sözlerime kulak veriniz. Tarafımızdan söylenenler doğru ise, onları benimsemenizi ısrarla temenni ederiz. Yanlış ise ateşe atınız. Mektup bir Hıristiyan’dan geldi diye ret ile karşılamayın, zira bu mektup tüm Hıristiyanların başı olan bir Hıristiyan’dan gelmektedir.” Papa uzun mektubunu devamında Fatih Sultan Mehmet’e tavsiyelerde bulunarak “eğer Hıristiyanlar üzerinde otoritenizi kurmak ve adınızı alabildiğince şanlı kılmak istiyorsanız para, silah, ordulara ve donanmalara muhtaç değilsiniz. Ufacık bir şey sizi günümüzde yaşayan insanların en güçlü ve şanlısı yapabilir. Bu birkaç damla suyla vaftiz olmaktır. Bu sizi Hıristiyan ibadetlerine ve İncil’deki inanca götürmeye yeter. Şayet, bunu kabul ederseniz, dünyada şan u şere ve güç bakımından sizi geçebilecek başka bir hükümdar olmayacaktır. Sizi, Rumların ve Doğu Roma İmparatorluğunun hükümdarı olarak tanıyacağız. Halen zor gücüyle ve haksız olarak elde tuttuğunuz şeye haklı olarak sahip olacaksınız.” Diyerek Fatih’i vaftiz olmaya ve Hıristiyanlığa davet etmektedir. Devamla “ Şayet Hıristiyanlığı kabul edersen, bütün bu aykırı davranışlar son bulacak ve evrensel barış gelecektir. Niye korkuyorsun, neden vaftiz olmaktan kaçıyorsun?” diyerek de evrensel dünya barışının Fatih’in vaftiz ve Hıristiyan olmasıyla kaim olacağını söylemektedir.
Papa Fatih Sultan Mehmet’e mektubunda telkin ve tavsiyelerine devam ederken önemli bir konuya işaret etmekte ve şöyle demektedir. Türkler seni korkutacaklar, diyecekler ki, bir Türk dinini bırakırsa artık Türk değildir, her şeyi kaybedip yalnız kalacaksın. Ama sana destek olacaklar da çıkacak, zira hizmetinde olanlardan birçoğu Hıristiyan olarak doğmuşlardır… Hıristiyanlardan nefret etmezler. Onlar sana, şahsına bağlıdır. Onları orduların ve vilayetlerin başına getir, karar verme zamanında her şey hazırdır. Rum, Ermeni tebaa da kendi dinlerinin senin tarafından kabul edildiğini görünce, ileriye daha büyük bir umutla bakacaklar, cizye vergisinden ve her gün karşılaştıkları zulümden kurtulacaklar”
Papa uzun mektubunu şu ifadelerle sonlandırmaktadır. “İşte Hıristiyan olursan Türklerde seninle vaftiz olacaklardır. Böylece hükmün herhangi birinden daha yüce olacaktır. Milletler, Rumca, Latince ve barbar dillerinde hep seni öveceklerdir. Hiçbir fânî şan u şeref ve güç bakımından senin üstünde olmayacaktır. Şimdiki kudret ve şöhretin geçicidir. Bu dünyada her şey geçicidir”
Fatih Sultan Mehmet ‘in Papanın mektubundaki vaftiz ve Hıristiyan olma telkin ve tavsiyelerine uymadığı kesinlikle bilinmektedir. Ancak Enderundan yetişme dönmelerin, yönetimde karar mercilerine getirme konusunda Papa’nın isteklerinin kabul gördüğü Osmanlı tarihinden anlaşılmaktadır. Cumhuriyet Türkiye’sinde bile Türklerin horlandığı herkesin malumudur. Ancak Türk milletinin İslâm bayrağını taşıdığı sürece ne Ayasofya ne de Hıristiyan âleminin hislerinde bir değişiklik olması söz konusu değildir. Böylece Bu konu da milletimizin gündeminden ebediyen düşmeyecektir.
NOT: Bu yazı Danıştay’ımızın verdiği kararın açıklanmasından önce yazılmıştır. Danıştay’ımızın konu ile ilgili kararı milletimiz ve İslâm âlemi için hayırlı olsun. Konu etrafında bütün siyasi partilerimizin duruşu takdire değer bir durumdur. Bu birlik ve beraberliğin her konuda devamını dilerim.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.