Sayın okuyucular, bu gün sizlerle ORMANIN ÇIĞLIĞINI paylaşmak istiyorum. Biliyorum “ormanın çığlığı da mı olur muş” diyorsunuz.Evet oluyor ama duyan yok.Nasıl mı? şöyle; İklim değişikliği bir yana eskiden bu kadar yıkıcı seller olmuyordu, eskiden bu kadar yıkıcı heyelanlar olmuyordu, eskiden bu kadar çığ felaketleri olmuyordu. Peki bu olanlar neyi anlatıyor? Orman benim yakamı bırakın diyor ama anlayana sivri sinek saz anlamayana davul-zurna az misali bizler bu çığlıkları hala duymuyoruz. Peki bu çığlıkların nedeni neymiş ona bir bakalım;
Sayın okuyucular, tarihin derinliklerine indiğimizde İNSANIN daima ormanlarla iç içe yaşadığını, her zaman biri birleri ile ilişki içinde olduklarını görürüz. Biri birleri ile ilişkilerinde ORMANLAR sıfır(0) kan gurubu gibi daima verici, insan ise AB kan gurubu gibi genellikle alıcı olmuştur. Gerek DEVLET ve gerekse İNSANLAR “yumurta için tavuğu kesmemişler” aksine ormanlardan hem nemalanmışlar ve hem de bakımını ve korunmasını üstlenmişlerdir. Hem DEVLET hem İNSANLAR diyorum, nedeni ise geçmişte bir kısım ormanlar devletin, kalanı ise gerek kumu kuruluşlarının ve gerekse insanlarındı ama bu özel ormanlardan yararlanama prosedürü yine devletin inisiyatifinde olmuştur ve ormanlar iş birliği içinde korunmuştur. Demem o ki ormanlar hiçbir devirde kendi haline-kaderine terk edilmemiştir. Daima devlet babanın himayesinde olmuştur. Örneğin 1858 de yürürlüğe konulan 1274 Tarihli Arazi Kanunnamesi,1285 tarihli Orman Nizamnamesi gibi düzenlemeler devletin ormanlara yaklaşımının daima pozitif olduğunu kanıtlamaktadır.
Sayın okuyucular, görüldüğü gibi geçmişten bir-iki laf ettim , eğer orman – insan ilişkilerinin ne olduğunu, karanlık çağlardan başlayarak bu günlere getirmeye çalışırsam-insanın ormanda kaybolması misali- tarihin derinliklerinde kaybolurum, işin içinden çıkamam. Biraz detaya girsem bu kez de yazılanlar bir kitap olur ki bir gazete köşesinde makale için ayrılan kısım yeterli olmaz. Bu nedenle gelin hep beraber Cumhuriyet döneminden bu günlere yansıyan hataları konuşalım;
Cumhuriyet döneminin ki ilk orman kanunu 1937 tarihli , 3116 sayılı orman kanunudur. Bu kanuna göre ormanlar-Osmanlı döneminden gelen hükümlere paralel olarak- , Devlete ait ormanlar, Kamu tüzel kişilerine ait ormanlar (umuma ait-özel idare,belediye vs.) ,Hususi(özel-şahıslara ait) ormanlar ve Vakıflara ait ormanlar olarak dörde ayrılmıştır. Ancak bu ormanların işletilmesi -yukarıda değinildiği gibi- daima devletin denetimi altında yapılabilmiştir. Taaaaki 1945 yılına dek.1945 yılında yürürlüğe konulan 4785 sayılı kanunla-hak sahiplerinin itiraz ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile- TÜM ORMANLAR DEVLETLEŞTİRİLMİŞTİR. VE nihayet 3116 sayılı ilk orman kanununu yürürlükten kaldıran ve halen meri olan orman kanunu ise 1956 yılında yürürlüğe giren 6831 sayılı orman kanunudur.
Sayın okuyucular , işte ormanların çığlığına neden olan uygulamaların çoğu maalesef bu kanun(6831) döneminde olmuştur. Nasıl mı? Demokrasiye geçildikten sonra ,siyaset arenasında her zaman zirvedeki yerini muhafaza eden OY KAYGISI ile çıkarılan AF KANUNLARI , NÜFUS ARTIŞI nedeniyle insanlar tarafından gündeme getirilen aşırı taleplerin yerine getirilmesi için verilen TAVİZLER ormanların canına okumuştur. Bu durum toplumsal vicdanların isyanına neden olduğundan bu husus 1982 Anayasasının 169.maddesi ile Anayasal güvenceye alınmıştır. 169.maddede, “Devlet, ormanların KORUNMASI ve SAHALARININ GENİŞLETİLMESİ için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır, ormanlar mülk edinilemez, zaman aşımı ile kazanılamaz, yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir, kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz, ormanlarla ilgili af çıkarılamaz, orman sınırlarında daraltma yapılamaz” denilmesine rağmen “ yumurta için tavuğu kesmek” gibi olsa da ormanlardan azami şekilde gelir elde edebilmek düşüncesi, anayasayı göz ardı etme nedeni olmuştur ve gökten yağmur yağar gibi yasalar çıkarılarak ormanlar adeta -grizu patlamasına maruz kalmış maden ocağı gibi- tar-ü mar edilmiştir. Oldu olacak biraz daha detayına girelim bakalım; 1971 yılından 2000 yılına dek 29 yılda ormanla ilgili sekiz kanun çıkarılmıştır.( 1971 de 1744 sayılı, 1983 de 2896,1986 da 3302,1987 de 3373, 1988 de 3493, 1995 de 4114,2000 de 4569 ve 4570 sayılı yasalar ) .Çıkarılan bu 8 yasa ile adeta orman tahribatının kapısı aralanmaya başlanmıştır. Orman yok edilmiş, yerine fındık bahçesi yapılmış, VER tapusunu, çay bahçesi yapılmış, VER tapusunu, yerleşim yerine dönüşmüş, VER tapusunu derken kapı ardına kadar Aralanmış. 2003 yılından 2020 yılına kadar 17 yılda ise orman kanunu ile ilgili tam 19 yasa çıkarılmıştır. (2003 yılında 4999, 2004 yılında 5177 ve 5192, 2008 yılında 5728 ve 8801, 2009 yılında 5831,2010 yılında 5995 ve 6001,2011 yılında 6217 ve 6111,2012 yılında 6292(çok önemli, 2/B yasası) 2013 yılında 6444,2014 yılında 6527 ve 6552,2016 yılında 6745,2018 yılında 7139, 2019 yılında 7201,2020 yılında 7255 sayılı yasa) Bu yasaların hemen hemen kısm-ı küllisi(çoğu) ormanın aleyhine sonuç doğuran kanunlardır. Turizm faaliyetleri için TESLİM ET ormanı, altın madeni için teslim et ormanı,taş ocağı için teslim et ormanı,mermer ocağı için teslim et ormanı,petrol araması için teslim et ormanı,saraylar yapılacak teslim et ormanı, spor kompleksleri yapılacakmış teslim et ormanı. Not/Yukarıda fındıklık ve çay bahçelerinden söz ederken “TESLİM ET demedim, VER dedim, zira o işler KANUNLA yapılmıştır, ormanın mülkiyeti verilmiştir, “ TESLİM ET” ibaresi ise yukarıda sözünü ettiğim kanunlara dayanılarak yapılan idari tasarruflarla ilgili işlemler için kullanılmıştır ki bu idari tasarruflar ormanın mülkiyetinin teslimine yönelik değil kullanmaya yönelik tasarruflardır.)Hani Anayasaya göre devlet “ormanların KORUNMASI için gereken önlemleri alacaktı, görülüyor ki tam tersine ve anayasaya rağmen ormanların korunması bir yana TAHRİBİ için her türlü yasal ve idari düzenlemeler yapılmıştır. Her ne kadar yine Anayasanın 168.maddesinde tabii servetlerin ve kaynakların işletilmesi kanunla olur denilmekte ise de bu kanunlar, 169.maddedeki “ormanların korunması” “ilkesini ihlal edici nitelikte olmamalı. Esasen Anayasanın bu iki maddesine, yasa yapma tekniği(tedvin) açısından bakılırsa önce tabii servetler ve kaynaklarla ilgili madde düzenlenmiş ve sonradan ormanların korunması ile ilgili madde düzenlenmiştir. Bu ne anlama gelir “her yasa yorumunda olduğu gibi- sonraki yasa(madde) daha canlıdır, üstün nitelik taşır.(Sonraki yasa önceki yasayı kovar).Bu nedenle ruhsatlar verilirken anayasanın 169.maddesinde belirtilen “ormanların korunması” ilkesi her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi halde tasarruflar anayasaya aykırılık ile malul(sakat) olur. Ne yazık ki bu aykırılık da göz ardı edilmektedir.
Bakalım ormanlara bu yasal düzenlemelere dayanılarak yapılan müdahaleler ne kadar sürecek göreceğiz.
Hoşça kalın.31/01/2021
İLHAMİ CANDEMİR