Bu yazı bitirilip gazeteye göndereceğim hale geldikten sonra beklenmedik bir durumla karşılaştım. Cumartesi günü günlük matbuatı takip ederken yazının konusuyla ilgili önemli bir açıklama okudum. Bu açıklamanın yazıya dâhil edilmesiyle anlatmak istediğim konuya güç katacağı düşüncesiyle yazıyı yeniden düzenlemek ihtiyacı hissettim. Böylece okuduğunuz yazı ikinci kez kaleme alınarak sizin okumanıza sunulmuş oldu.
İngiltere premier ligi ekiplerinden Arsenal’ın Türk asıllı futbolcusu Mesut Özil sosyal medya hesabı üzerinden bir açıklama yaparak Çin’in Doğu Türkistan da (Müslüman Uygur Bölgesi) insan hakları ihlâllerine sessiz kalan İslâm Dünyasına tepkisini dile getiriyordu. Baştan sona kadar söylediklerine katıldığım açıklaması “Ey Doğu Türkistan! Ümmetin Kanayan Yarası” diye başlıyor ve her bir kelimesi bir hançer gibi yaralayıcı, bir kurşun kadar öldürücü ve uyuşturulmuş Türk ve İslâm topluluklarını sarsan dokuz şiddetinde bir deprem özelliği taşıyordu. Açıklama hiçbir çıkarma yapmadan aşağıya alınmıştır.
“Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu! Zorla İslâm’dan uzaklaştırılmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler! Kur’anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din âlimleri birer, birer öldürülüyor. Erkekler zorla toplama kamplarına sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelerine yerleştiriliyor. Tüm bunlara rağmen Ümmet-i Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Hz. Ali ne güzel demiş: Zulme engel olamıyorsanız, onu herkese duyurun! Batı medyası ve devletlerinde dahi olaylar aylardır, haftalardır gündemde iken Müslüman ülkeler ve medyaları nerede? Bilmezler mi ki, zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur… Bilmezler mi ki yıllar sonra oradaki kardeşlerimizin bu acı günlere dair hatırlayacakları zalimlerin işkenceleri değil, biz Müslüman kardeşlerinin sessizliği olacaktır. Ya Rabbi, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yardım eyle… Şüphesiz ki ALLAH; tuzak kuranların en hayırlısıdır.”
Diğer Müslüman topluluklarının Uygur Türklerine uygulanan Çin zulmü karşısındaki suskunluğu hakkında söyleyeceklerimi daha sonraya bırakarak bizim suskunluğumuzun sebepleri üzerinde durmak istiyorum. Bir önceki yazımda Türkçülerle Siyasal İslâmcıların başlangıçta işbirliği içinde çalıştıklarını, ancak bu beraberliğin 1913 yılına kadar devam edebildiğini yazmıştım. Bu tarihten itibaren ayrılık sadece fikren değil, siyaseten de kendini gösterdi. Türkçüler İttihat ve Terakki Fırkasında siyasette kalırken, Siyasal İslâmcılar Hürriyet ve İtilâf fırkasında kümelendiler. İşte bu tarihten sonra iki ideoloji iki ayrı siyasi program haline dönüştü ve aralarındaki kavga hem çok sertleşti, hem de günümüze kadar devam eden bir bölünmenin tohumları atılmış oldu.
Siyasal İslâmcıların günümüze kadar değişmeyen siyasal stratejileri programlarını İslâm’la ilişkilendirmeleri ve rakiplerini din dışılıkla itham etmeleridir. Söylediklerinin Kur’an ve hadislerde kaynaklarını göstermeyen ve iddialarını tartışmaya açmayan ve dini terimleri istedikleri gibi kullanan bu insanlar günümüze sarkan pek çok ihtilafı toplumun bünyesine zerk etmişlerdir. Öyle ki, milletimiz TÜRK’ÜM diyemez hale gelmiştir. Çünkü TÜRK’MÜSÜN, MÜSLÜMAN’MISIN sorusu halkımıza fütursuzca sorulmuş, halkımız ikisinden birini tercihe zorlanmıştır. TÜRK’LÜK MÜSLÜMAN’LIĞIN alternatifi haline getirilmiş, TÜRK’ÜM diyen kendini İSLÂM’IN dışına itilmiş gibi hissettirilmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında İslâmiyet’i saltanatçı gibi göstererek cumhuriyeti hedeflerine oturtmuşlardır. Günümüz İslâm bilginleri en büyük zorluğu onların Yüzyıl önce siyasal İslâm adına yaptıkları yanlışları düzeltmek adına yaşamaktadırlar. Günümüzde onları takip edenlerin “Milliyetçiliği ayakları altına alması” ve “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE” sözünden rahatsızlık duymaları onların uğursuz mirasından kaynaklanmaktadır. “Aziz millet” diyerek bir türlü milletin adına TÜRK MİLLETİ diyememeleri o günkü tortularının günümüze sarkan izleridir.
Hürriyet ve İtilaf Fırkasının kurucu önderlerinden ve son şeyhülislâmlardan Mustafa Sabri Efendi İstiklâl savaşını müteakip Yunanistan üzerinden Mısır’a kaçarken verdiği bir mülâkatta aynen “Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum. Beni Türk milletinden sayma” diyebilmiştir. Böylece TÜRKÇÜLÜK karşıtlığı TÜRK düşmanlığına dönüştüğü görülmektedir.(Mısır’da ölen bu kişinin mezarı günümüz iktidarı tarafından Tokat’a taşınarak büyük bir merasimle ve adına yapılan bir anıt mezara gömülmüştür). Yine aynı fırkanın bir başka önde geleni ve büyük hadis âlimi Prof. Ahmet Naim sözde TÜRKÇÜLÜĞÜ hedef aldığı konuşmasında “Müslümanlığa veda etmedikçe kavmiyet davasında bulunamazsın/ Kavmiyet gayretine düştükçe de Müslüman olamazsınız” demiş ve kişinin Müslüman olması için kavmiyetini inkâr etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ahmet Naim okullarda okutulan tarih müfredatından İslâm öncesi Türk tarihinin çıkarılmasını teklif ederek TÜRKÇÜLÜĞE karşıtlığı TÜRK’E karşıtlık haline dönüştürmüştür. (Prof. Ahmet Naim cumhuriyet döneminde İslâm’ın Kur’an-ı Kerim’den sonraki en muteber hadis kitabı olan SAHİH-İ BUHARİ’Yİ Türkçe’ye TECRİD-İ SARİH adıyla tercüme etmiştir. Bu tercüme Atatürk’ün emriyle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yaptırılmıştır) Günümüz siyasi büyüklerinden biri üniversite öğrencileriyle yaptığı bir söyleşide dedesinin babasına, onun da kendisine sorduğu bizim milliyetimiz ne sorusuna “Müslüman’ız deyin, geçin” cevabının ilhamı yukarıdaki Ahmet Naim’in sözü olduğu gün gibi açıktır.
Şimdi gelelim Mesut Özil’in cesaretle ifade ettiği büyük gerçeğin cevabına. Bizim etkin ve yetkin kişilerimizin kafasında zulüm gören Müslümanlar deyince ya Filistin, ya Gazze, ya Myanmar, ya Somali ya da Sudan vardır. Onların siyasal inanç ve itikatlarına göre Azerbaycan, Kırım ve Uygur dediğinizde ırkçılık ya da faşistlik yapmış olursunuz. O nedenle hiç kimse Müslüman soydaşlarımızın çektikleri çileleri, gördükleri zulümleri dile getiremez. Geçtiğimiz 4-5 sene içinde belediye önünden bilemediğim sayıda tırla yardım malzemeleri ihtiyaç halindeki Müslüman topluluklara gönderilmiştir. Ama bu tırların hiçbiri İhtiyaç içinde ve de açlıkla imtihan halindeki Müslüman Türk Topluluklarına gitmemiştir. Hâlbuki muazzez dinimizin önemli bir kuralı da infakın önce kendi hısım ve akrabalarımıza yapılmasıdır. Onlar bizim hem soydaşımız hem de dindaşımızdır. Vesselâm.
NOT: Yazıya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.